Türk-Amerikan ilişkilerinde yıl başından bu yana belirgin bir hareketlilik yaşanıyor. Gazze savaşı çıkana kadar etrafımızda tur atarken Türkiye’ye adım atmaktan kaçınan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken iki ay arayla iki kez Ankara’ya geldi. Son ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edildi. İsveç’in NATO’ya Katılım Anlaşması, 23 Ocak’ta TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. 27 Ocak’ta Amerikan yönetimi F-16’ların satışına ilişkin Kongre'ye bildirimde bulundu. ABD’li bazı yetkililer, F-16’lardan sonra Türkiye’nin F-35 projesine geri alınmasına ilişkin olumlu yorumlanabilecek ifadelerde bulundular. Tüm bu süreç, bu ay başında MİT Başkanı İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Vaşington ziyaretleriyle taçlanmış bulunuyor. Arkasından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerika ziyaretinin gelip gelmeyeceği biraz da Biden’ın seçim kampanyasının gidişatına göre belli olacak.
Blinken ve Fidan, Dışişleri Bakanlığı önünde
Eski sayfa ne zaman kapandı?
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Vaşington ziyaretinin sonunda Büyükelçilik konutunda Türk gazetecileriyle bir araya geldiği toplantıda, ”Gelinen aşamada ABD ile ilişkilerde yenilenmiş bir psikolojiyle, daha pozitif bir gündemle yeni bir sayfa açmak imkanı bulunduğunu” söyledi. Avrupa Birliği ile başlayıp Yunanistan ile devam eden pozitif gündem modası, anlaşılan şimdi de Amerika’ya taşınmış. Diplomaside pozitif gündem, bir anlamda,mevcut temel sorunlara dokunmayıp işimize bakalım demektir. Amerika ile ilişkilerde yeni sayfa açmaktan söz edince insanın aklına ister istemez ”Peki eski sayfa ne zaman ve nasıl kapandı?” sorusu geliyor. Türk-Amerikan ilişkilerinde son dönemde o kadar çok sorun yaşandı ki, bu soruya Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirilmesi, FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen'in iade edilmemesi, Amerika’nın DEAŞ’la mücadelede Türkiye yerine YPG/PYD terör örgütü ile işbirliği yapması, Türkiye’nin F-35 projesinden dışlanması gibi farklı tarihleri zikretmek mümkün. Ama bir tanesi var ki, ABD tarafında yarattığı travmanın kolay kolay unutulması mümkün olmuyor. 1 Mart 2003 tarihindeki TBMM Genel Kurulunda Irak’a Türkiye’den bir cephe açılmasına ilişkin hükûmet tezkeresinin reddedilmesi, Cumhuriyet tarihinin en çok tartışmaya yol açmış dış politika kararlarından birisi. Hatta Türkiye-ABD ilişkilerinde Irak’a askeri müdahale müzakereleri üzerine yazılmış bir doktora tezi bile var. Aradan 30 yıl geçmiş olmasına rağmen hala da tartışılmaya devam ediyor. Bazılarına göre tezkerenin ret edilmesi, Irak’ta akan kan ve hüküm süren kaosta ABD ile sorumluluğu paylaşmaktan ve ülkemizi Amerikan askerlerinin istilasından kurtardı. Kimileri için ise YPG/PYG belasını başımıza sararak sınırlarımızın dibinde bir terör devleti kurulması olasılığını artırdı.
Hukukçu büyükelçilerimizden Deniz Bölükbaşı ile Marisa Lino'nun başkanlık ettikleri heyetler arasındaki müzakerelere katılanlar görüşmelerin çok çetin geçtiğini, hatta ABD heyetinin adeta hayatlarından bezdirildiğini hatırlıyorlar. En doğrusunu galiba Sedat Ergin geçen haftaki köşe yazısında dile getirmiş. Deneyimli gazeteci, 1 Mart tezkeresinin nesnel bir muhasebesini yaptıktan sonra yazısını “Türk toplumunun içine sinmeyeceği belli olan Irak’a kara harekatı seçeneği için ABD’ye daha en başından kapının kapatılması daha düzgün ve gerçekçi bir harekat tarzı olmaz mıydı…?“ sorusuyla bitiriyor. Tıpkı zamanın Başbakanı Ecevit’in 16 Ocak 2002 tarihinde Vaşington’da oğul Bush’un yüzüne söylediği gibi. Bu şekilde Türkiye, Amerikalıların “Türkler at pazarlığı yapıyorlar” suçlamalarına da maruz kalmamış olacaktı.
Eski Türkiye’deki özgür tartışma ortamı
Her şeye rağmen İnsan yine de kararların her seviyede özgürce tartışılarak alındığı 2000’li yılların “eski Türkiye”sini arıyor.1 Mart tezkeresi eski Türkiye'nin en güzel örneği. Bu konuda Dışişleri'ndeki tartışmalarda bir genel müdür bakanlık müsteşarından farklı görüşler dile getirebilmiş. Bir büyükelçi Başbakan'a ulaşabilerek Bakanlığın resmi tutumunun doğru olmadığını söyleyebilmiş. TBMM’de parmaklar bir işaretle havaya kalkmamış. Aynı partinin lideri, Başbakanı ve Meclis Başkanı farklı düşünüp farklı oy kullanabilmiş. Gel de eski Türkiye’yi özleme.
Türk-Amerikan ilişkilerini etkileyebilecek önemli atamalar
Bu ay başında önümüzdeki dönemde Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrini etkileyebilecek iki önemli atama yapıldı. Bakan Yardımcılığı sistemine geçildikten sonra da adeta Bakanlık Müsteşarı gibi çalışarak görev yaptığı süre içerisinde birçok muhataralı sorunun çözümüne doğrudan katkıda bulunan Sedat Önal, Vaşington Büyükelçiliğine atandı. Amerikan Dışişleri Bakanlığında da siyasi müsteşarlık görevinden kendi isteğiyle ayrılan Victoria Nuland’ın yerine vekaleten John Bass getirildi. Büyükelçi Sedat Önal’ın Vaşington' atanması ne kadar sevindirici ise, Amerikan Dışişleri'ndeki değişiklik Türkiye için o kadar düşündürücü bir gelişme. Victoria Nuland, Amerikan Hariciyesi'nin son yıllarda yetiştirdiği en parlak diplomatlardandı. Her yeni başkanla değişen Amerikan hariciyesinin üst yönetiminde 6 başkan, 10 dışişleri bakanıyla çalışmış. Gerek Vaşington’da, gerek yurt dışında görev yaparken Türk meslektaşlarıyla iyi ilişkiler içerisinde olmuş, Türkiye’nin hassasiyetlerini bilen biriydi. Yerine gelen John Bass da tanıdık bir isim. 2017-2020 yılları arasında Ankara’da büyükelçilik yaptı. Ancak sanırım Türkiye’den pek olumlu izlenimlerle ayrılmamıştır. Kendisi en çok Dışişleri'ne çağrılan ABD sefiriydi.
Son yıllarda Ankara, ABD büyükelçileri için iyi bir meslek içi eğitim merkezi haline geldi. Marc Grossman, James Jeffrey, David Satterfield, tıpkı John Bass gibi Türkiye’de büyükelçilik yaptıktan sonra Vaşington’da önemli görevlere getirildiler.
ABD ile ilişkiler hareketlendi mi, ısındı mı?
ABD ile yaşanan hareketlilik ilişkilerin ısındığı anlamına geliyor mu? Bu sorunun cevabı da Amerika’nın Suriye politikasında beklenen değişikliğin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine göre belirlenecek. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın neredeyse Hakan Fidan’la eş zamanlı ABD’ye gitmesi, Vaşington ziyaretinde Hakan Fidan’ın muhatabı Blinken’ın yanı sıra Ulusal Güvenlik danışmanı Jack Sullivan, Senato İstihbarat Komitesi Başkanı ve Ulusal İstihbarat Direktörü başkanıyla ayrı ayrı görüşmesi, Türkiye’nin de bu konuda atağa geçtiğini gösteriyor.
Hasan Göğüş kimdir?
Hasan Göğüş, 1953 yılında Gaziantep'te doğdu. 1976'da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.
Diplomatik kariyerine 28 Nisan 1977'de başladı. Yurtdışında sırasıyla Yeni Delhi Büyükelçiliği'nde ikinci kâtip, BM Cenevre Ofisi nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği'nde başkâtip, Londra Büyükelçiliği'nde müsteşar, AGİT'te Daimi Temsilci Yardımcısı olarak çalıştı.
Dışişleri Bakanlığı merkezde; Müşterek Güvenlik İşleri, Savunma Anlaşmaları ve Uygulama dairelerinde ikinci kâtiplik, müsteşar özel kalem müdürlüğü, Bağımsız Devletler Topluluğu Genel Müdürlüğü'nde Orta Asya Daire Başkanlığı, AGİT Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Genel Müdür Yardımcılığı, Çok Taraflı Siyasi İşler Genel Müdürlüğü ve Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleriyle ikili ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Merkezdeki son görevi sırasında Türkiye-Hollanda ilişkilerine katkılarından dolayı Hollanda Kraliçesi Beatrix tarafından "Oranje- Nassau" nişanı ile ödüllendirildi.
Büyükelçi olarak Türkiye'yi sırasıyla Yeni Delhi, Atina, Viyana ve Lizbon'da temsil etti. 23 Ekim 2018'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekliye ayrılan Hasan Göğüş, Uluslararası Kalkınma Hukuku Örgütü Danışma Kurulu ve Okan Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliklerini sürdürüyor, T24'te dış politika konusunda yazılar yazıyor.
Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" ve köşe yazılarını topladığı İdeal Kitap'tan yayımlanmış "Diplomasi Yazıları" isimli iki kitabı bulunmaktadır.
|